13 Mayıs 2010 Perşembe

Minik

Büyüktün eskiden. Gözlerime sığmayacak kadar büyük. Akıl almayacak kadar büyük. “Nereye öyleyse” derdim ama duymazdın beni, ben peşinden koştururken.
Bu sefer, dehşetim yanımda elini omzuma atmışken farkettim ki küçülmüşsün, avcumun içine anca sığıyorsun. Önemi mi kalmamış ne... Sıkıntı basıyor beni.
Konuştuklarını duymuyorum bile, gözüm tavanda. Bir an önce ayrılmak istiyorum yanından. Böylece kafamda seni eskisi gibi hatırlyabilirim en azından. Hızın da kalmamış, avucumun içinde sümüklü böcek edasıyla ilerliyorsun. Tavanda üç çatlak. Tavanda boylu boyunca iki çizgi. Duymuyorum, duymuyorum seni...
Japonya’da kaybolup gitmeli mi? Kaçıyoruz yine yani? Senin hızınla kapıdan bile çıkamayız biz önümüzdeki on sene içerisinde. Kaçışlar senden bana olamaz artık. Girişlerde vize uygulaması varmış hala bazı ülkelerde.
Sen avucumun içindeki yaratılmış olan, köklerin nerede? Masanın altını görebiliyorum. Oyun oynama benimle.

(Kedilere veririm seni!)

Duydun mu sen de? Buzlar erimiş, buzlar... “Neden uzaktasın?” dediğin ben miyim. Adını verenin ardına saklanan ben miyim? Uzaklık gitmekle mi alakalı? Uzak olup gitmeden kalmalar kimin işi? Ah avucumun içindeki miniminnacık dev, tenimden uzakta mısın yani sen?

(Kedi geliyor, demedi deme!)

Konuşmuyorsun artık. Ben zaten söze hiç başlamadım. Gitme zamanı benim için. Git-me? Kelime oyunlarıyla ellerin bağlananlar yine de tekme atabilirmiş. Öyleyse vedalaşalım seninle. Elini sıkardım ama elimin içinde ezilirsin belki de. Gidiyorum şimdi. –Biri kronometreyi çalıştırsın ben şimdi dediğimde-

Yürüyorum. Hızlı adımlarla uzaklaşıyorum. Arkama bile bakmıyorum. Avucumun içindekini göğsüme dayayıp öyle gidiyorum.

(Pisstt kedi, git buradan!)

Moya

0 yorum:

Yorum Gönder