1 Eylül 2010 Çarşamba

Dua

Bugün benim için yağıyor olsun bu yağmur. Ben yağamadığım için yağıyor olsun. Bugün benim yerime gök ağlasın. Benim üzerime yağsın bir tek yağmur. Bugün bana yağsın yağmur. Bugün ben yağmur olayım, yağmur da ben. Bugün ben yağmur için yağayım...

12 Ağustos 2010 Perşembe

Neyse

Ben bugün yok olmaya başladım.

Oysa söylemem gereken bir şey vardı.

Ben var olmadım bugün, organlarımı taşıyan araçlar otobanda çarpıştı. Son çıkışı kaçırdılar, geri dönme şansım da kalmadı.

Oysa söylemem gereken bir şey vardı.

İçim çürüdü benim, kokular çıkıyor gözeneklerimden. Ben öldüm kokum kaldı, ben öldüm kimsenin canı yanmadı. Ben bugün ben oldum beni kimse duymadı.

Ben parçalandım, bin parçaya bölündüm beni sayanlar 896’da kaldı.

Oysa söylemem gereken bir şey vardı.

Ben ölünce ağladım, sen gözlerime sakız reçeli sürdün. Ben ağladım sen bir sigara yaktın. Eğer duysaydın sana söylemem gereken çok önemli bir şey vardı.

Neyse, ben öldüm, konu kapandı...

3 Ağustos 2010 Salı

Baş ağrısı

Eskiden olsa boyum uzardı, iki metre olurdu şimdiye. Herkese tepeden bakardım adım ukalaya çıkardı. Ağırbaşlı olmazdım bilerek ki başım o yükseklikten düşüp de tuz buz olmasın. Ah benim sırça başım, ah benim tuz buz başım, ah benim katli vacip başım! Yukarılarda olsan daha kolay kaçardın. Ama işte buradasın, olayın tam ortasındasın. Kaç başım, al kendini çek git. Ben geride kalırım. Ukala olmayan adımı kafasıza çıkartırım. Adım çıkar dokuza senin ardından yuvarlanır da iner sekize. Ah başım, ah dertli başım, ah benim yalın ayak başım... Elebaşı ol başka bir grup içerisinde. Yanlış bir şeyler yapmanın verdiği rahatlığı duy. Arasınlar seni, seni ve diğerlerini asmak için kesmek için kellelerinizi. Sonra bulsunlar seni. Kesemesinler seni, beden yok ki! Asamasınlar seni boyun yok ki! Ah benim şanslı başım, ah benim paçasını oradan buradan sıyırabilen başım, git sen buralardan. Sen asi, ben sensiz, bari ikimiz böyle mutlu olalım.

24 Haziran 2010 Perşembe

Eskidendim ben

Hep o isimlerimiz yüzünden
Eskiden bendim ben
Eskidendim ben
Gece uyanıkken görülen rüyalar
Eskiden ben
Ve sen

Rüyalarımda yanan saatler
Uyanıkken geçmeyen saatler
Tik tak tik tak
Kendi dilinde hikaye
Anlatan saatler

Dinleyen var mı sizi
Ya da beni duyan biri
On yıl öncesi
On beş hatta çok daha iyi
Araba sesleri gelir kulağıma
Birileri yolda kendini bulmak için
tak tik tak tik
geri viteste hayat

Moya

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Bildiğim

... Bilmediğim kadar olsa keşke.

Moya

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Fark

Seninle aramızdaki fark gitmekle kalmak arasındaki fark. Sen bunaldığın kalabalığı bırakıp buralardan alıp başını gitmek istiyorsun. Ben olduğum yerde kalıp tüm kalabalığın yok olmasını istiyorum. Sen en kolayı yapamadığın için mutsuzsun, bense bir mucizenin gerçekleşmesini beklemekten yorgun.

Moya

21 Mayıs 2010 Cuma

"Aylak Adam" misali...

Ya öncesinde ya da sonrasında. Ya erkenden ayrılıyor ya da çok geç geliyor olması gereken yere. B ve C gibi. Yanyana ama arkalı önlü. Omuz üzeri bir bakış olmazsa kavuşma da olmaz.

Moya

20 Mayıs 2010 Perşembe

Tekirdağ yolu 18 mayıs 2010

Kim aksini ispat edecek? Binalar boş, hep boşmuş. Kartondanmış hepsi. Yolda gidiyormuş hissini yaratmak için. Yol değil katedilen, sadece tekere takılmış gibi dönen boyalı kutular. Kim aksini ispat edecek?

Serçe tutsak? Tutsak serçe? Tutsak serçeyi elimizde? Nereye kadar... En azından yol bitseydi.

Dünyanın ucundaki adam bana “Yanındayım” diyor. Ben yanımı da alıp yoluma devam ediyorum kıyı şeridinde.

15 feet of pure white snow altında devam ediyor yolculuk. Kendimi bulabilseydim duracaktım ya, neyse... (Gel gidelim biz tam ters yöne Nick Cave)

Gayrımemnun bir gayrımenkulün yanından geçiyorum. Ben de pek mutlu değilim zaten. Onu umursamakla zaman kaybedemem...

Moya

13 Mayıs 2010 Perşembe

Minik

Büyüktün eskiden. Gözlerime sığmayacak kadar büyük. Akıl almayacak kadar büyük. “Nereye öyleyse” derdim ama duymazdın beni, ben peşinden koştururken.
Bu sefer, dehşetim yanımda elini omzuma atmışken farkettim ki küçülmüşsün, avcumun içine anca sığıyorsun. Önemi mi kalmamış ne... Sıkıntı basıyor beni.
Konuştuklarını duymuyorum bile, gözüm tavanda. Bir an önce ayrılmak istiyorum yanından. Böylece kafamda seni eskisi gibi hatırlyabilirim en azından. Hızın da kalmamış, avucumun içinde sümüklü böcek edasıyla ilerliyorsun. Tavanda üç çatlak. Tavanda boylu boyunca iki çizgi. Duymuyorum, duymuyorum seni...
Japonya’da kaybolup gitmeli mi? Kaçıyoruz yine yani? Senin hızınla kapıdan bile çıkamayız biz önümüzdeki on sene içerisinde. Kaçışlar senden bana olamaz artık. Girişlerde vize uygulaması varmış hala bazı ülkelerde.
Sen avucumun içindeki yaratılmış olan, köklerin nerede? Masanın altını görebiliyorum. Oyun oynama benimle.

(Kedilere veririm seni!)

Duydun mu sen de? Buzlar erimiş, buzlar... “Neden uzaktasın?” dediğin ben miyim. Adını verenin ardına saklanan ben miyim? Uzaklık gitmekle mi alakalı? Uzak olup gitmeden kalmalar kimin işi? Ah avucumun içindeki miniminnacık dev, tenimden uzakta mısın yani sen?

(Kedi geliyor, demedi deme!)

Konuşmuyorsun artık. Ben zaten söze hiç başlamadım. Gitme zamanı benim için. Git-me? Kelime oyunlarıyla ellerin bağlananlar yine de tekme atabilirmiş. Öyleyse vedalaşalım seninle. Elini sıkardım ama elimin içinde ezilirsin belki de. Gidiyorum şimdi. –Biri kronometreyi çalıştırsın ben şimdi dediğimde-

Yürüyorum. Hızlı adımlarla uzaklaşıyorum. Arkama bile bakmıyorum. Avucumun içindekini göğsüme dayayıp öyle gidiyorum.

(Pisstt kedi, git buradan!)

Moya

11 Mayıs 2010 Salı

İz-le

Yumruk atmak isteyen kız. Yumruğu taşa, duvara değil, ete değsin, kan akıtsın isteyen kız.
Yamuk kız. Yamru yumru kız.
Yumuşak kız, her yeri morarmış kız.
Yumurta kafalı kız. Kendinden bir bok olmayacağını farketmiş kız.
Yuvarlak kız, içinden geçenin yere düştüğü boş kız.
Yumruğu ete değil taşa değen kız, yamukluğundan dengesini sağlayamayıp yerlere düşen kız, kafasını taşlara vuran kız, yuvarlanarak sahneden ayrılan kız...

Bir iz bile bırakmıyor ardında...

Moya

28 Nisan 2010 Çarşamba

Ukala

Gölge dediğin karanlık. Yapraklar kadar kelimeler.
Ağla söğüt, ağla çünkü sadece yaprak seninkiler.
Bi boka da yaramazsın bu saatten sonra.
Ya da kısaca oradan geçen birisi,
kıskandı hayatın gerçeklerini
diyelim söğüt,
kapansın gitsin
bu konu...

Moya

17 Mart 2010 Çarşamba

Ouroboros

Biliyorum ki bir şeyler yapmak üzeresin. Biliyorum ki sen de bunun vicdan azabı içerisindesin. Biliyorum ki aslında bir şekilde sen de istemiyorsun ama doğana da karşı çıkamıyorsun. Biliyorum ki sen de en az benim kadar korkmaktasın.
Ouroboros senin adın.
Biliyorum bir şeyler yapmak üzeresin. Biliyorum sen de ta derinlerinde yakalanmayı ümit ediyorsun. Biliyorum yakalandığın zaman paçayı sıyırmayı diliyorsun.
Sen Ouroboros’umsun.
Biliyorum beni üzmek üzeresin. Biliyorum bulunduğun noktada nefes alma çabasındasın. Biliyorum zehirin acısını tadıyorsun. Tanıyorsun eskiden kalma bu ekşiliği. Biliyorum benim bir şey dememi bekliyorsun. Biliyorum vücudun katılaşmadan son kez yüzümü görmek istiyorsun. Biliyorum bir şeyler yapmak üzeresin.
Ouroboros, aynaya bakıyorsun ve aynanın içinde bir başka aynaya.
Biliyorum zehir ilerliyor. Biliyorum etraf kararıyor. Biliyorum canın her dakika daha çok acıyor ve bir o kadar umursamaz oluyorsun.
Biliyorum ölüyorsun Ouroboros.
Biliyorum benim gitme vaktim yaklaşıyor. Biliyorum elinde olsa değiştirirdin her şeyi. Biliyorum çok özleyeceksin beni. Biliyorum kendini kontrol edemiyorsun.
Ama her seferinde de
bile bile,
kendine rağmen
ısırıyorsun
kuyruğunu.

Moya

24 Şubat 2010 Çarşamba

Anatomi

Beynini koysan da ortaya baştan kaybettin sen memelerin var çünkü. Beyin değil senden beklenen sadece memeler. Bir de uygun delik, oldun bittin işte. Kadın oldun. Memeli kadın. Memeli erkekten büyük memeli kadın. Delikli, süzgeç görünümlü, çay süzmeyen ama etinden et geçiren. Kadınsın sen. Sadece kadın. Allah belanı versin bu yüzden, boşuna taşıdığın o beyin yüzünden. Bir meme boyu farkıyla kaybettin sen yarışı. Beyin bir buçuk kilo memeler bilmemkaç gram. Ve sen bu farkla bildiklerini unuttun. Koy bakalım o memeleri, bacakları okuduğun kitapların arasına. Erotik bir oyun, sandviç ol şimdi de. Konuşma sen sadece inle, zevkten inle, sadece bu yeterliymiş, bunun için gelmişsin gibi dünyaya inle dur. Sonra da ağla haline ağla memeli kadın. Beynini at bir kenara, arkasından yine ağla. Sen yarışı kaybettin hem de sadece bir meme boyu farkla...

Moya

Kuşlar

Ağzında cam parçalayan bir adam. Elinde bardaksız şaraplar, parmaklarının arasından süzülen. Rejimdeyim diyor adam, aşk rejimi benimkisi... şarap canımı yakmaktayken mezesi bardak olan.
Üzülmeye, telaşa mahal yok. Bana hiçbir yerde mahal yok zaten. Yalnızlık tepemde kukuman kuşu. Ardıçkuşu hikayeleri anlatıyorum ona. Diyorum ki abdalın aşkı aptalın kaşığı... anlıyor mu beni? Ötüyor mu ki bana? Duyduğum sadece cam kırılması.
Rejimdeyim bu akşam. Şarap dibi küf kokulu yalnızlık ağzımdaki. Kan dedikleri şarap mayası... Can acıttığı hikayesi de yalan bir yere kadar. Nereye kadar olduğu sana bana göre değişir.
Radyoda çalana dokunma, dağıtıyorsun notaları. Kukuman kuşu ötüyor mu yine? Bana mı dedikleri? Anlamalı mıyım kafasından geçenleri?
Rejimdeyim bu akşam dedim ya, çekin o rüzgar gülünü karşımdan. Koyun karşıma bir kadın ve anlatayım size onun hikayesini. Nasıl bölündüğünü amip görüntüsünde ama hep bir bütün kalıp acı çektiğini. Geceleri ağladığını anlatayım size kimselere duyurmadan. Cam taneleri, inci taneleri gözünden akanlar... aklında harfler, kelimeler oluşturamayan, kelimelere dönüşmesi yasak olan. Kendine yasakladığı kelimeler ve gözyaşları arasında kalan bir kadın verin bana ve ben de size onun hikayesini anlatayım.
Çekil radyonun önünden görüntüyü engelliyorsun. Kukuman kuşu dans ediyor orada bir yerlerde, tam tepemde. Ardıçkuşu hayallerinde...
Bense kadının kelimelerini kaşıklamaktayım tüm bu aptal ve kanlı halimle...

Moya

23 Şubat 2010 Salı

Transit

Beklemekte... beklemenin ortasında, tam ortasında beklemekte. Kalanın yanında kalabilmiş kırıntılar içerisinde. Kalıntılar... kırıntılar.. kırıntılardan yollar, gerisinde bir şey yok; umut sadece yolun sonunda.
Müstakil hayatlar ama bahçeleri birbirine bağlı. Merkezi sistem içerisinde merkezüssü kalp olan depremler. Kalın kafalar vurdumduymaz tavırlar. Kadınlar erkekler, kadınlar kadınlar, erkekler erkekler, erkekler kadınlar... Kalp kırıkları, kırıntıları yeni yollar. Dantelden kitap kapakları altında tozlanmış hikayeler. Halının altına itilmiş kırıntılar kayınçolar...
Anlatılamayan, sematikler içerisine yerleştirilmiş hayatlar, duygular. Demesi kolay anlatması zor, ağızda kalan laflar... ah bir anlatabilse...
Karşı tarafın sessizliği, karşı tarafın tam karşısı. Gürültü yasağı, ses kirliliği olarak adlandırılan çok acı çığlıklar. martı sesine benzeyen daldan sarkan kartal yanına konuçlanmış ağzında peynir olan kargayla sürreal sohbetler içerisinde.
Lastik ucuna takılan çengelli iğne, belde ilerlerken gerisinde delikler bırakan. Tende delikler, kadında delikler, erkekte doldurmasına yardım eden araçlar, yine de kocaman bir boşluk. Şarap akıtan delikleri ile süzgeç misali kalpler. Kırıntılar... kıpırtılar ve fısıldamalar. Akıldan geçen fısıldamalar, kendine bile yüksek sesle söylenemeyen duygular. Ah bir anlatabilse...
Havuzlar, fıskiyeler... su yok ama yerine göz yaşı akıtan kadınlar dilek kuyuları önünde. Ah bir anlatabilse ah bir anlatabilse ah bir anlatabilse.
Ah bir diyebilse aklından, kalbinden, kırıntılardan geçeni...

Moya

21 Ocak 2010 Perşembe

Biliyorsun halledebilirim her zaman yaptığım gibi

Çarşafların altında bir tünel var! Bahçelere gittiği söyleniyor demek isterdim ama söylenceyi yayacak bilgi sahibi sadece benim ve kendi başıma kulaktan kulağa oynayamayacak kadar acizim. Elimde kalem kağıt planını çıkarmaya çalışıyorum tünelin. Önce çizilmesi gereken çok karanlık bir alan. Tüm kağıdı karalayarak çizimimi tamamlamayı planlıyorum. Keşif dediğin herkesin kendi çarşafının altında. Karanlıktaki plansa ancak oradayken anlam ifade ediyor. Kağıdı eline alıp bakıyorsun ve yazıyı görüyorsun “karanlığa doğru ilerle”
Bir sigara yakmak için en iyi zaman bir sigara içmek için en iyi zaman olduğunu düşündüğünüz dakikadır. Ki bu durumda daha iki dakikamız var.
Yelkovan kuşunu akrepten uzak tutman gerektiğini öğretmişti bana bir adam. “Zamanı öldürmek istemiyorsan dikkat edeceksin buna. Zehir dediğin saatleri yeşile boyama derdinde. Kıskançlık kendi etini yerken akrebin yediği o minik kuşa bakmayı için kaldırabilecek mi?”
Hareketsizlikten yakınan bir kadınla tanışmıştım bir zamanlar. “Hareket” diyordu benim tek eksiğim. Oysa ben ona bakarken çok daha büyük şeylerin eksiğini görebiliyordum.
Sonradan o kadından konuştuğunu iddia eden bir heykel olarak bahsedildiğini duymuştum. Kendimden şüphelenmek yerine sadece onların dediklerini onaylar bir şekilde “Evet evet, heykeller nefes de alamaz zaten” deyip kalabalığın arasından dikkat çekmeden ayrılıp uzaklaşmıştım.
Bunu öğreneceksin önce. Kimse olmamayı... Biri olursan başına gelecekleri kaldıramayacağını ve hiçliğin getirdiği o rahatlığı. Birileri hiçliğinin üzerine bir varoluş yüklemeye çalışacak zaman içerisinde, o zaman da silkinmeyi öğreneceksin. Sokaklarda omuzlarını silkip yoluna devam edenlerle daha manidar bakışmaya başlayacaksın hemen sonrasında da.
Öğrendiklerimi gözden geçirmeye çalıştığımda bir hüzün kaplıyor içimi zira bunlar değildi benim hayatta merak ettiklerim. Şimdiyse artık yaşayamayacağım bir hayatın bilgilerini çalmaya çalışıyorum sadece. Yaşamın sahibi hırsızlığımı fark ettiğinde beni nasıl cezalandıracak? Olay yerini terk etmek isterim ama genel bir kanı var, elbette bir gün geri geleceğim. O zaman yakalanmamı kim engelleyecek? Kimse bu zamanların krokisini, yangın çıkışlarını çizmemiş. Beni orada dımdızlak bırakmış.

Nerede kalmıştım ben?

Küçükken gittiğim bir sirki hatırlıyorum. Ortada bir alan içerisinde hareket eden bir şeyler vardı bir de kenarda ağlayan sakallı bir kadın. Yemyeşil gözlerinden kıpkırmızı sular akıtmayı başarıyordu kadın. Gösteri bittiğinde herkes benimle kadını mı alkışladı yoksa ring içerisindeki o gereksiz kalabalığı mı tam emin değilim. Ama benim gördüğüm en ilginç şeydi bu. Belki de bu kadını, sırf her zaman aklımda olabilmesi için tünel planıma yerleştirebilirim. Böylece karanlığın mahremiyeti içerisinde şovuna devam edebilir. Plana bakan bir olduğu zaman da kibarca onlara kendini değil karanlığı izlemelerini söyleyebilir.
Ama önce planı bitirmeliyim. Karanlığa gözüm alışmadan bu işi hemen halletmeliyim. Sigara molasını es geçmeli işime devam etmeliyim. Güneşin ilk ışıkları bozmadan tüm bu gizemli sahneyi...

Moya

14 Ocak 2010 Perşembe

I.Poetica

Şiirin zerk edilişi vücuda... Şirin akışı damardan kana benzer bir kıvamda. Acı sanılan, acı olan, asıl olan yalnız olmakken... İki karanlık arası gün doğmasının gereksiz varlığı etrafımda dolaşan. Uzakta sızlayan bir yara, biraz daha yakınında o yara için ağlayan bir kız. Yine gel, gel, gelme ya da sen bilirsin. Ama yine de yine gel.... Yine gel canın istediğinde. Kanayan yaraların çekici olduğu söylenmişti bana bir zamanlar birileri tarafından. Öyleyse çekicilik ölüme en yakın vakitlerde gizli olmalı. Kırmızı olsun ama illa kırmızı olsun diyen birinin geçişi hala kulaklarımda. Geçişler kapalı, açılım sadece karanlığa. Uzaklardaki yaranın sızısı hala etrafımda. Ağlayan kızsa adım be adım uzaklaşmakta. Birazdan en uzağımdaki o olacak.
Yalnız bırakılsın istiyorum bazen saray kapısı önünde. Melodi ağırlaşırken ve keman ağlarken yalnız kalsın istiyorum. Yankılar belki ilk duyduğunda anlamlandıramadığını anlamasına yardım eder. Ve başlıyor yine. Yine gel, gel yine. Yine gel canın isterse. Haber vermene gerek yok sadece yalvarırım geri gel. Gel ve bana bak. Çok çekici olduğumu göreceksin. Uzaklarda sızlayan yaradan bile çekici. Giden kızdan güzel, kanayan yaradan daha anlamlı. O yüzden yine gel. Yüzüme bakmaya olmasa da tenimi yırtmaya gel. Yine gel sesimi duymadığında. Ne zaman gönlün hoş olsun istersen yine gel. Yine geleceğin ümidini aşılamaya gel en azından. Ve yine gel gitmenin gelmen için olduğunu düşünmem için bile olsa. Etkisini kaybediyor şiir, ikinci bir doz aldığımda gel ya da yine gel ve hatta yine ve yine ve yine...

Moya

8 Ocak 2010 Cuma

Dün gece

Ne kadar da hüzünlü bir sahne! İşkenceden beter, cinayetten öte. Bir heykel! Hem de tam önümde. Taştan, kapkara taşlardan oyulmuş. Kendi şeklini, kendisi vermiş gibi gövdesine... Ağlamamak içten değil. Nasıl da soğuk ve de dalgın. Farkında değil etrafında olup bitenin. Öyle bakıyor ilerilere. Yanında saatlerce bir kız ağlamış dün gece. Bir önceki gece ise bir çift sevişmiş, kızın sırtı heykelde. Kavga çıktığı söyleniyor dün saat öğlen birde. Yerde kan lekeleri, söylenmekten öte gerçekleşmiş bağırışlar, tartışmalar. Ama o ileri bakmış yine de kıpırdamadan. Gözlerimdeki yaşlardan kırılmasa ışık, şimdi de hareket edeceği yok zaten. Bir ismi, eylemi olduğundan dikilmiş bir heykel bile değil üstelik! Amaçsız, varlığı beyhude. Gözler ileride, elleri cebinde. İçimi parçalıyor bu heykel. Ağlamak gerekti aslında saatlerce dün gece, bu vurdumduymazın ayakları dibinde. Ona ağlamak, kendime ağlamak gerekti. Dün gece burada saatlerce ağlayan kız olmak gerekti!

Moya

7 Ocak 2010 Perşembe

Masal

Kırmızı başlıklı kıza tecavüz eden tavşan, Alice'in babası çıkarsa...


Moya

5 Ocak 2010 Salı

Zaman yok

Daha hızlı kedi, öldür öldür! Daha hızlı koş ve yakala. Saniyelerle kaçırdım seni yine. Kaçırdım, kaçır, kaç! Daha hızlı kedi, koş ve öldür! Toz bulutları öncesinde sen geç onun peşisıra caddelerden. Saniyelerle kaçırdım seni her zamanki gibi. Kapı duvar şimdi her şey... Kapı, duvara bağlı, duvar köşeyi dönüyor. Koş kedi, göreceksin ve de döneceksin köşeyi. Duvar misali yaklaşacaksın kapına. Delikten bakacaksın; sen orada, o tam karşında, bir mercek içerisine sıkışmış. Köşeyi dönen duvara dayayacaksın sırtını, derin derin nefesler alacaksın. Soğuktan ya da boktan diyeceksin kendi kendine... Ne kadar da boktan gerçekten de. Geçeli kaç zaman oldu? İzini sürsen yakalayabilir misin? Daha hızlı koş kedi! Öldür, öldür! İzler toza dönmeden koş kedi, yakala onu. Habersiz davranışına aldırma, bir sonsuzluktur beklemekte o seni. Sesinin çıkmasını umma, zaten vazgeçti o konuşmaktan çok ama çok zaman önce. O yüzden kapa gözlerini, dinle içindeki hiddeti ve sonra da öldür onu. Tam kalbinden bıçaklamanı beklerken o, sen hemen sırtına geçir hançerini. ("Bu zamanda ne hançeri" diyen olursa ben o toza dönenlerden biriyim dersin...)

Moya

28 Aralık 2009 Pazartesi

Bilmek

S.B. öngörmüştü bunu, A.A. anlatmıştı başına gelecekleri. E.'ye ise beklemekten başka bir şey kalmadı...

25 Aralık 2009 Cuma

Acı ve diğerleri üzerine

Hayır efendim, hiç de katılmıyorum bu söylediklerinize. İnanmıyorum her şeyi bu kadar karmaşık yaşamak istediğinize. Ben yılların sadeliği için kendi içimde yanıp kavrulurken kabul edemiyorum sizin kenizi bu kadar haklı görebilmenizi. Kötü olduğunu söylüyorsunuz bana ölümün, hüznün ve acının. Ama bir saniye kulak verin bana. Sorarım size, kim onlardan daha kalıcı ve gerçek bir şey gösterebilir bize? Sizin savunduğunuz sevgi, mutluluk, barış ve huzur mu daha iyi olan gerçekten de?
Cevabını tüm kalbimle çığlıklar atarak iletiyorum sizlere. Hayır! Hayır! En fazla sizlere ezberletilmiş bir hayaldir bu. Ezbere gelen, bir önceki neslin genlerinize yazıp halihazırda sizlere sunduğu en büyük aldatmacadır bu. Etrafınıza bakın bir kere... Madem en çok istediğiniz şeyler bunlar neden sadece acı, kan ve gözyaşı bulunuyor çevremizde? Demek ki sizin içinizde de aksi giden, ara sıra tekleyen bir saat mevcut. Açın kafalarınızı ve çıkarıp koyun beyinlerinizi önünüze. Önce üzerlerine sinmiş olan o eski kokudan kurtulalım. Ve şimdi sizlere vereceğim ilk ve son söylevi dinleyin beraberce.
Sevgi, barış, mutluluk ve huzur tek başlarına anlamsız, çamura boyalı kırık oyuncaklar gibi. Herkese göre değişken, herkese göre daha hayalvari hallerde. Havada asılı durmakta. Oysa bir bomba düştüğü zaman etkisi her zaman aynı... Bir kol kesimi, kalp deşimi insanlarda hep aynı korku, dehşet ve acı salınımlarına sebep. Savaşın sonu hep belli, ölümün, acının, karanlığın hep belli. Ama sizler bu basit bilgiyi bile görmezden gelmekte ısrar etmektesiniz. Sadece bunun için, evet sadece bu sebepten ötürü sizleri, hepinizi cehennem alevlerinde yanarken görebiliyorum daha şimdiden. İtiraz etmeleriniz boşuna, bu uğultu engel olmayacak devam etmeme konuşmama.
Mutlu bir insanın aklı dağınıktır, aşık biri doğru düzgün düşünemez. Ama acıtın bakalım canlarını her yanlış yaptıklarında. Sonra da takip edin bakalım bir daha düşüyorlar mı aynı hataya. Ellerinden en sevdiklerini alın, en sevdiklerine gözlerinin önünde zarar verin ve sonra içlerindeki asıl insanı gözlerinde seyredin. Mutluluk, keyif kimseye bir şey öğretemez oysa acının, korkunun, hüznün öğrettiği bir daha asla silinmez beyinlerden.
Ergen bir erkeği örnek göstereyim sizlere. Bir kafede oturuyor olsun bu velet. Önünden siyah uzun saçlı, mini etekli bir afet geçirelim önce. Erkek tabii ki de hatlarını aklına kazıyıp eve gidecek ve bu anı takip eden birkaç gün boyunca kadını malzeme olarak tüm kendini tatmin zamanlarında hayalinde yaşatacaktır. Bir de o afeti aynı kafe önünde, mevzu bahis ergenimizin önünden geçerken bir araba altında ezelim... Erkek burada önce güzel bir kadını, daha sonra ölümü, kanı ve hayatın herkes için bitebileceğini ve hatta güzeller için bile çirkinliğin geleceği bir an olduğunu öğrenecektir. Ve eve gittikten sonra sadece birkaç gün değil yıllarca aklından çıkaramayacaktır bu bilgileri.
Acı, korku ve hüzün çok da kalıcı bir şekilde bilgiyi öğretirler bir yandan da. İnsanlar bu öğrendiklerini hatırlamak için başlarına gelmesi gerekenleri bilirler ve bu telaşla beyinlerinin kıvrımlarına sıkıca sararlar bu verileri. Artık kimse koparamaz onlardan bu değerli bilgiyi.
Kabul etmiyorum yadsımayla ilgili itirazlarınızı. Yadsınmış bilgi silinmiş değildir ve inanın insanın en beklemediği anda karşısına tekrar çıkacaktır. Oysa mutlulukla ilgili unutkanlıklar çok daha fazladır ve açıktır. Mutlu bir anıyla ilgili herkes farklı bir detayı hatırlar hep. Sıcak bir yaz günü piknik yapan bir ailenin üyelerinden biri o günle ilgili güneşin sıcaklığını hatırlarken bir diğeri taze çim kokusunu beyninde canlandırarak mutlu olduğunu ayrımsayacaktır. Oysa bir ölümde kimse kenardaki çiçeğin kokusunu ya da arka fonda bir dükkandan gelmekte olan melodiyi hatırlamayacaktır. Herkes akan kanı, gelen çığlıkları ve bunlardan bağımsız olarak ne kadar korktuklarını hatırlayacaktır. Kimse için değişmeyecektir bu detaylar...
O yüzden lütfen artık bana iyilikten ve mutluluktan, gereksiz sevinçlerden ve sevgilerden bahsetmeyin. Ben bana artıları olan şeyleri severim. Ben bana dersimi ezberleten, hayatımı yaşadığımı ve sadece yaşayabildiğim için bile ne kadar şanslı olduğumu öğreten hususlara saygı duyarım. Acı olmasa varolmayacak bir mutluktan, huzurdan söz açmayın yanımda. Ben sözlerimi bitirip yanınızdan ayrılınca bolca zamanınız olacak bu konularda saçmalamaya...


Moya

24 Aralık 2009 Perşembe

Yok

Değerini nasıl anlamıyorlar, nasıl da küçümsüyorlar onu. Aklım almıyor bu şaklabanların yaptığını. Onu taşlıyorlar, onu dışlıyorlar ve en sonunda herkesin ortasında onu asıp görmezden geliyorlar. Asıldığı yerde, ayaklarının dibindeyim. Diğer herkes ise işinde, gücünde. Ben ve o ağır çekim halindeyiz, gerisi hayatın içinde. Ona bakıyorum saatlerce, o ise göğe. Neden terk edildiğini soruyor biliyorum. Beni göremeyecek kadar yalnız artık o. Bense onu görebildiğim yerdeyim. Ayaklarının dibinde... “Korku?” diyor en sonunda. “Gitti.” diyebiliyorum. “Diğerleriyle beraber çoktan uzaklaştı ve güne karıştı o da.” “Yani gerçekten yalnızım bu sefer” diyor. Bozuluyorum çünkü ayaklarının dibinde duruyorum. “Telaş yok mu?” diye soruyor. “Hayır, artık yok” diyebiliyorum. İçini çekip göğe bakıyor. Ayakta durmaktan yorulan ben kendimi yere bırakıyorum. Onunla beraber göğe bakıyorum. Yıldızları saymaya başladığımda tekrar sesini duyuyorum. “Su?” diyor. “Çok uzaklaşmış olamaz, ama hayır, buralarda göremiyorum” diyorum. Ağlamaya başlıyor. “Ah!” diyorum “al bak, tam yanımızdaymış aslında.” Ama onun avunmasına yardım etmiyor sözlerim. Görmüyor akan suyu. Farkında değil ağladığının.
Yıldızlar geri sayım hızımla eş olarak kaybolup gitmeye başlıyor. Sanıyorum artık o da uyuyor. Bense sadece midemdeki taşla bir ona bir yok olan yıldızlara bakıyorum.
“Sebep verdiler mi hiç?” diye soruyor. Demek ki asıl ben uyuyorum. “Sensiz daha kolay olacağını düşünüyorlarmış” diyorum. Ve ekliyorum; “Yanılıyorlar ama. Sen olmadan geri kalan da olmayacak.”
“Keşke bunu biri görebilseydi” diyor. Ses etmiyorum ama “Ya ben, ben görüyorum ya!” demek istiyorum.
Göğe bakıyoruz bir süre daha. Gün başlıyor yine. Eksiksiz bir tam döngü. Geç kaldığı görülmemiş. Sıkıcı ve eksik bir gün ama dediğim gibi kimse bunu seslendirmeyecek çünkü yok saymak bunu gerektirir. Ve bu yöntemi kimse benim kadar iyi bilemez. Yıllardır bilirim nasıl bir yol izlendiğini. Yine de her seferinde şaşırtmaya devam eder beni.
Mavi, mor, gri, sarı, turuncu... Zaman farkında değil üzerinden geçtiklerinin. Bunu da biliyorum. Zaman olmanın nasıl bir his olduğunu da. Ama kimse benim ne bildiğimi bilmiyor, kimse merak etmiyor.
Sıkılıyorum sessizlikte. “Korkuyor musun?” diye bu sefer ben bir soru yöneltiyorum. “O burada mı?” diye cevap veriyor. Etrafa bakınıyorum. “Sıkıntı gelip geçti biraz önce,” diyorum “belki birazdan onu da görürüz çevrede...” “Ah keşke konuşabileceğim biri olsa...” diyor inleyerek. “Kendimi paylaşamadıktan sonra ne anlamı var burada olmanın?”
Sinirlenmeye başlıyorum, “Gelenler var sayemde, ama hoşuna gideceğini sanmıyorum.” diye çatlak bir sesle tersliyorum onu. “Kim gidiyor?” diyor. Artık cevap verme gereği bile duymuyorum.
Bizim etrafımızda varlığı hissedilen tek şey zaman olana kadar susup onunla beraber göğe bakıyorum. Aklımda sürekli Golgota’da yankılanan o cümle... “Eloi, eloi, lama sabachthani?” sahne benzer ama kişiler çok daha sade. Özellikle ben. Toprakla bir gibiyim yattığım bu yerde. Ona bakıyorum, giderek silikleştiğini fark ediyorum. “Gidiyor musun?” diyorum. “Geri geleceğimi herkes biliyor” diye cevap veriyor. “Ben bekleyeceğim seni” diyorum. İlk kez kafasını döndürüp bana bakıyor ve “Sen de kimsin?” diye soruyor. “Ben Önemsiz’im” diyorum. Bana bakmaya devam ediyor ve tekrarlıyor: “Sen de kimsin?” “Önemsizim ben, Bay Acı, hatırlamıyor musunuz beni? Sizinle beraber buradayım her şeyin başından beri." Gözlerini benden kaçırıp bıkkın bir ifadeyle konuşuyor. “Sen de kimsin?” İşte o an anlıyorum ki Acı da diğerleri gibi Vurdumduymaz’ın sevgilisi ve en az diğerleri kadar hak ediyor burada yalnız ölmeyi.


Moya

kaboom!

beynim patlamanın eşiğinde bu sabah. pimi çeken kişiyi uzaktan görür gibiyim... umurumda değil.

Moya

23 Aralık 2009 Çarşamba

Bugün gördüm

Giymişsin! Giymişsin ve çok şey demişsin bana. Giymişsin giymişsin giymişsin! Demişsin ki sonrasında da, anlattıklarımın, söylemediklerimin hepsi yalan. Hepsi yalan... Ah giymişsin ama, bitti şimdi her şey. Benden bağımsız, benden uzak giymişsin. Ben aklımın içinde gezerken sen uzakta beni özlemişsin.
Gözlerimin oyunu olmasın, olmamalı bu noktada.
İğne iplik elimde, siyah bir delik etrafında çalışıyorlar. Ben değilim oradaki, mekanik bir hiç bu ortamı saran. Aklımda olmayanı o deliğe yamayan. Siyah bir ip amaçsız seçilmiş ama sonradan mesajını verecekmiş, öngörülememiş sadece.
Sendekinin kitap olduğunu hep biliyordum zaten. Bendekiyse sadece iki kalp kapakçığı. Ama giymişsin şimdi her şey yolunda artık. İçini deşen bir çentik, elimde ip, iğne ben beklemekteyim. Yamalar, benlik yamalar, bencil yamalar, hatırlama ve huzursuzlanma molası...
Bir çizgi ve bir çizgi daha... Siyah, kara, zifir çizgiler. Bir tek beni sarmıyorlar artık, seni de sıkıyorlar. Aklına beni sokuyorlar. Sorun yok, artık yalnız değilsin, değilim. Ve beraber hiç değiliz. Ama giymişsin işte. Demek ki hala paylaşıyoruz aynı beyni.
Giymişsin! Giymişsin sen de deli ceketini!


Moya

22 Aralık 2009 Salı

Yazı çıkmazı

başında on iki mumla süslenmiş şapkasıyla antonin geliyor bana! gelmeyeceğini düşündüğüm bir anda. mumlar etrafı karartıyor, gözümü acıtan o ışık giderek kayboluyor. sadece antonin ve ben sonunda! sadece o ve ben. karanlık yerlerde, köşelerde sohbet edeceğiz. o bana elektrikten bahsedecek, can acısının kayıplar yanında hiç olmasından. ben ona kısırlıktan bahsedeceğim, içinden istediğini çıkaramamaktan. antonin bana gülecek ben ona ağlayacağım. bana geldiği karanlığı anlatacak antonin. ne kadar mutlu olduğundan bahsedecek. Orada, diyecek, söylediklerin otuz yıl sonra gelmiyor kulaklara. eş zamanlı sohbetlerin olasılığını düşüneceğim, o benden cevap beklerken. ironi adı altında o tekrar gülecek bana. ah antonin diyeceğim dakikalar sonra belki de sen almalısın bendekini... belki de ben haketmiyorum dedikleri gibi. konuşmayacak antonin. konuşmuyorsun antonin diyeceğim. ince parmağıyla bana midesini gösterecek. anlayacağım o zaman hala huzursuzca yazdıklarını sindirmeye çalıştığını.
çok yaklaştı on iki mumlu şapkasıyla antonin. birazdan yanıma gelecek. birazdan ve en sonunda! antonin ve ben... sohbet edeceğiz karanlıkta.
anlamadığım bir şey var diyeceğim ona. nasıl oluyor da sen bir kişisin? antonin gülecek yine cevap vermeden. sonra bana ince parmağıyla bacaklarını gösterecek. anlayacağım bu düşüncemin üzerinde gidip geldiğini... antonin elinde mavi elektrik dalgaları gezdirecek. ben acıyı hatırlayıp yine ağlayacağım.
antonin diyeceğim. devamını getiremeden karanlıkta bir ses duyacağız. ama neden bay antonin, siz delisiniz! radyo frekansınızın ayarıyla oynamayın sakın diyeceğim bu sefer. konuşan inanarak söylüyor bu sözleri. kıkırdayan ben miyim o mu bu sefer pek bir fikrim yok. karanlık yoğun, antonin gibi yoğun... bıraktım kendimi zifiri köşelere. kontrol artık sadece onun duyulmayan kelimelerinde. Antonin yanıma varacak neredeyse...


Moya

18 Aralık 2009 Cuma

Şarap

sadece bitsin. gözlerin... kıskanıyorum. tebrikler bildin... duymuyorsun yine? dinlemiyorum sadece. anladım. anlamıyorsun. gitsen keşke. kalsam keşke. şarap? senin suçun senin suçun senin suçun! hemen sabah olsa ama bir yandan da hiç olmasa. ve biz seninle tarla kuşu ve bülbül olasılıklarını değerlendirsek. duydun mu beni bu sabah on birde. dinlemiyorum seni dedim ya. yine de konuştum ben. saat tam on birde. belki de on bir geçe. şarap? bitti bile mi, hayret. hayalet? hayallerimi öldüren biri var. hayalet mi o zaman? sonunda geldiği yer orası evet. senle ben? ölüden beter, leş konumunda aslında biraz da. biz miyiz bu? aynadaki sen misin. hayır. o zaman benim bu sadece. yanımdaki benim hayalim saat on bir itibariyle beliren. ben seni tam on bir kere geçtim. gördüm seni giderken. gitme diyen sen miydin? ağlayandım ben. üç ses çıkıyor duydun mu. tek dedim sana. yemin edebilirim üç olduğuna. on dört bin yıl gezen divanelikte... şarap? karıncalar her yerde. hep aynı şarkılar, hep daha kısa aralıklarla. sakız kokusu ağzımda. dikkate aldığım kelimeler. benim ağzımdakiler mi? yere serdiklerin beni asıl ilgilendiren. şarap dökülmüş yere. o zaman yeni bir şişe bize lazım olan. öbür türlü bitmiyor bu gece...


Moya

15 Aralık 2009 Salı

The sick one will not
will not recover
from her sweet sorrow
she, when she heareth
that her true lover
grows well, falls sick

Goethe

Moya

11 Aralık 2009 Cuma

Soru

Kafamdaki dünyamda yaşayabiliyorsun da neden orada kalmak istemiyorsun? Ne büyük bir hayalkırıklığı olduğunu biliyor musun?


Moya

Göknur için

boynunda binlerce karınca yürüyen bir kız var tanıdığım. boynunda yürüyen ve etini çekiştiren binlerce karınca. o sadece gülüyor bu duruma. bazen de kafasını sallıyor. karıncaları bir tek o görüyor, bir tek o gülüyor ikimizin arasında. karıncalarını istiyorum ben de. kafamı sallamaktan öteye...
geceleri sokakta geziyor tek başına elinde telefon. burnu şaha kalkmış kızın, boynunda karıncalar. gülüyor ve arada da başını sallıyor. net göremiyorum bazen çünkü ben de kafamı sallıyorum onunla. karıncalar bize gülüyormuş, öyle diyor. demek ki ben yine yalnızım.
kendime güvenimi cebinde taşıyor. arada bir çıkarıp görmeme izin veriyor. sonra yine cebine ve benden uzağa. karıncalar boynunda geziyor ve o elini cebine atıp bana gülüyor. ben biraz daha eksik, kafamı sallıyorum.
elleriyle gözlerime bastırıp bana yıldızlar yaratıyor. böyle mi diyorum senin gördüklerin? hayır benim rüyalarım karınca yuvalarından ibaret diye cevap veriyor. özlüyor musun yağmuru diyorum. o sensin ben ne zaman sevdim senin yağmurunu diyor. öyle diyorum, yağmur benim... başını sallayıp gülüyor, başımı sallıyorum.
biliyor mu bildiğimi? biliyor mu aklımdan ona söylediklerimi? o kadar oldu değil mi tanışalı? ve ben hayal ürünü olup çıktım sadece iki günde. boşver diyor, artık düşünmeden konuşma zamanım geldi... evet dersem arkası hayır gelecek artık. aynı soruya iki cevap doğru olan...
boynunda binlerce karınca yürüyen kız kalkıp gidiyor yine geceye, kahkahasını duyuyorum sokakta. başımı sallayıp geri gelmesini bekliyorum.

Moya

a hammer and a stone/7M3

I'm digging through the darkness
Cause I'm a long wall miner
Following the road down
Just so I can sit beside her
I'm a page torn from your novel
Beneath a magnet on your fridge
I'm a star stuck on your ceiling
So I can watch you while you're sleeping

Do you remember me
Do you remember me because
I wanted you so bad
Do you remember me
Do you remember me because
Everything we had

Was like a hammer to a stone
Wrapped like a fender around a tree
The curiosity in you
And all the emptiness in me

Digging through the vices
I don't know where the inside is
Well here's my dirty little secret
And I bet you, you can't keep it
I'm a page torn from your novel
A single flower in your lawn
If I'm not everything you wished for
How come you miss me when I'm gone?

Do you remember me
Do you remember me because
I wanted you so bad
Do you remember me
Do you remember me because
Everything we had

Was like a hammer to a stone
Wrapped like a fender around a tree
The curiosity in you
And all the emptiness in me
They say a diamond only whispers
To us when we are alone
It's just forever's little trick
To help a hammer find a stone
Help a hammer find a stone


Moya

7 Aralık 2009 Pazartesi

Oradan geçen birisi...

Ben yürüyorum, sokak da yürüyor. Ne yazık ki farklı yönlere gidiyoruz ve ilerleyebilen yok aramızda.

Moya

Ne yapmalı

Ne yapmalı? Ben gitmeliyim büyük olasılıkla ben de kalmalı. Ben arkama bile bakmamalıyım ve ben de ağlamamalıyım. Ben düşünmemeyi öğrenmeliyim ben de takmamayı. Arkada kalanı unutmalıyım, ben de gideni hatırlamamalıyım. Ben ayaklarımla kumdan toz çıkarmalıyım, ben de kumdan kaleler yapmalıyım. Ben kararlı olmalıyım ve ben de dayanıklı. Ben sen olmalıyım bir yerde ve ben de ben olmalıyım yolun bitiminde.

Moya

Aslında

Senden iki tane var. Biri benimle konuşuyor, biri beni dinliyor. Biri okuyor, öbürü anlatıyor. Biri beni öpüyor, öbürü uzaktan bakmakla yetiniyor. Ve ben iki kere acı çekiyorum çünkü bir türlü anlayamıyorum, hanginiz beni seviyor.

Moya

19 Kasım 2009 Perşembe

Antonin Artaud

Beni anlayan deli, beni deli eden deli, benim delim... Başka dünyamın tek kahramanı, yalnız adamı ve yanındaki ben, kendini hissetirmeden gezen. Beraber kusabilsek keşke ve baksak birbirimize ellerimizle. Senin için bana göre daha sıcak, sende kabullenmişliğin iki derece fazla ısısı var. Benim üşümem bundandır. Elimi tutsan kaybolurum gibi geliyor. Kalkıp gitsen kendimi bulurum.Yine gel Antonin ama ne olur bir dahaki sefere daha çok kal yanımda ve bıçağını iyi bile. Antonin beni de alsana yanına. Bırak bedenim kalsın ama al beynimi bir kavanozda. Ona şiirler oku Antonin, hikayeni anlat bir beyaz koridorda. Antonin, yalnız bırak beni. Bedenim acısını özlemekte. Beni bırak bu odada, bu masada... Arkana bakınca bir taş bul, sonra tut onu, at cama ve bulutları odaya sok. Nasıl özledim yağmuru kendi yarattığım... Antonin, gel al beni bırak yol ortasına. Kaybolduğum mekandan bir harita üzerine düşmek istiyorum artık. Olduğum yeri herkes bilsin ve kuşbakışı yargılasın beni istiyorum. Sonra sen kırmızı bir çizgi üzerinde dolaştır beni istiyorum. “Aman kırmızı olsun, başka renk olmaz!” Git buradan Antonin, midem bulanıyor kokundan, ölmen sebepli o unutulmuş naftalin kokusu... Benim senden istediğimi verecek halin yok senin, bırak beni kendi halime. Kendi halimin sen olmasına gülme sakın. Al eline bir kalem ve yaz beni sana yalvarıyorum, yaz beni. Açlığımı unuttur bana. “Kitap yeter sana” de bana... “günde tam 5 defa.” Geri gel Antonin neden beni dinliyorsun ki? Sana kimse öğretmedi mi benim laflarım boşta gezen aylak insan misali? Geri gel yalvarırım bana bir şiir oku. Deliliğini anlat bana, benim deliliğimi. Geri gel Antonin bana hikayemizi anlat. Ve git şimdi Antonin. Sana ihtiyacım yok benim!

Moya

11 Kasım 2009 Çarşamba

...

Taş, buz, makas benim oyunum. Kanarsan ben kazanırım, ezersen sen. Yaralarımı buzla temizlemek benim işim. Kalbimi çıkarıp koyuyorum oyuna, yarabandı kazanıyorum. Saydam olmuş alem, içlerini görmek boşluğa bakmakla eş değer. Sığınaklara koşmak istiyorum yeterince tehlike var ölmeye sebep olacak. Ölsem bir yere kadar, geride kalan olmak var bir de, benim için kanayan yaradan daha da siyah. Korkmak değil bu ama sırıtmaktan daha sinir bozucu. İçimde kahkahalar atılıyor desem anlar mısın durumun beterliğini? Sen bana gülmedin, en son beş yıl önceye dönüp gülücük attığın söyleniyor. Ben beş yıl önceye dönsem kendimden başkasını bulurum, senin bulduğun sen, şimdiki bana ne kadar benzer ki? Midemdeki ağrıya bir isim koydum artık istese de bırakamam, sahiplendim onu. Başucumda bir yer yaptım ısınsın diye çay dumanı örttüm üstüne. Kelimem yok fazla elimdekilerle hikayeler yazdım, kısa sürdü ya da başlamadan bitti. Beynimde ekolar... Duvara vursam beni cam kırıkları... Aklım karışık, aklım havada... Aklımın yanında bir balon, yüzünü kapamakta. Benimse yüzüme kapılar kapanıyor. İçim boş, midem ağrıyor. Loş desem değil etraf, karanlığın zifirinde geziyoruz ağrımla ben. Taş, buz makas benim oyunum. Buz eridi, et ezildi, parmak kanadı; oyunu sen kazandın.


Moya

5 Kasım 2009 Perşembe

Kim

Yok henüz. başlamadı daha. sesi gelir gibi ama beklemede kalmaktaki yarar, daha belirgin kulaklarımızda. mırıltılar, ağlamalar, bir an güleceğini sanıp hayalkırıklığı yaşayarak artan gözyaşları, akan su gibi, bacaktan süzülen kan gibi.
ışık daha belirgin, ses daha belirgin, hüzün daha belirgin. uzakta güneş doğuyor olabilir ama bunu bilemeyeceğimiz kadar uzak yerler cümlede geçenler. yürümek yetmez koşmaksa komik kalır.
beklemekten öteye gidemeyen biz, bekleyen, bekleten biz. ve nefret eden biz, sinirleri bozuk biz. ondan mı bu gülmelerimiz? sen gül öyleyse, benim içim kaldırmıyor. ben ağlamak için gelmiştim, ben doğmayacak güneş için gelmiştim, ben gözyaşları için gelmiştim. sen gül, sen güneşe bak, güneşle doğ ama benden bekleme. karanlıktaydım ben sen geldiğinde bir anda ışımak istediğime dair bu yersiz inancın niye? rahat bırakılasıca ben... huzur bulasıca sen...

Moya

3 Kasım 2009 Salı

Soru

nefes almak isteyip de alamazsın ya hani... neden alamayayım alırım. alsana beni de. içine çekilesi dehşet seni. içimde titreyen sen misin yine? bıraksan beni? almaktayım hala seni bırakamam. çekilmezsin içime çekilesi. üzülme, şimdi kolunu keseceğim... biliyorsun artık, öyleyse ağlaman için sebep yok. üzülmek de anlamsız; can acısı, can sıkıntısı kadar değerli değil tanrının gözünde. sıkkın olsam o zaman? sıksam etini olur mu? bıraksan beni? bırakmak ne ki etini? kolunu kessem bir tek? koluma girsen bir tek? kessem? girsen? içine girsem? içimden bir çıksan... içime çeksem? seni çekebilsem. ağlamak yok. ağlarımı atsam sana? aralıklardan kaçsam? kanadın. kanattın...


Moya

30 Ekim 2009 Cuma

olasılık hesabı

masadaki çiçeği sehpanın yanına koysak da ben şarabın önü açılmış gibi yapsam? kalbe giren kılıcı anlatsan bana ben de televizyon izler gibi yapsam? sonra votka koksa etraf sakız aroması arasından. siktir git salak desen ben de doğa ananın rahmine baksam? yara kabuklarım kalksa kanamasa ben onlar kanar gibi yapsam? ben bir sigara yaksam her şey benim yüzümden olsa? on iki yıl öncesinin gençliği geçse önümüzden bir araba içerisinde ben ne konuştuğunu bilmediğim bir kızdan bahsetsem? yağmur yağsa güneş sonsuza kadar gitse, gelmese bir daha? kurşun sıksalar dışarıda ben biri doğmuş gibi yapsam? beklentileri karşılasam istenileni yapabilsem? bauhaus, antonin artaud çalsa? benim istediğim şarkılar çok olsa ama hepsini dinlemek sadece bir dakika sürse? yağmur yağsa, yağmur yağsa, yağmur yağsa? ten cama dokunsa, ten ele dokunsa? yağmur damlası süzülse pencerede ten yağmura dokunsa? kalemler olsa masanın üzerinde kitaplar olsa köşede ve yepyeni defterler olsa olmayanı yazabilmem için? karanlık olsa ben sabah sansam? sabah olsa ben sabah oldu mu ki daha diye sorsam? çay olsa kendini şarap sansa? ben olsam kendimi başkası sansam? olmaz mı?

Moya

2 Ekim 2009 Cuma

Sylvia Plath/ Mad girl's love song

I shut my eyes and all the world drops dead;
I lift my lids and all is born again.
(I think I made you up inside my head.)

The stars go waltzing out in blue and red,
And arbitrary blackness gallops in:
I shut my eyes and all the world drops dead.

I dreamed that you bewitched me into bed
And sung me moon-struck, kissed me quite insane.
(I think I made you up inside my head.)

God topples from the sky, hell's fires fade:
Exit seraphim and Satan's men:
I shut my eyes and all the world drops dead.

I fancied you'd return the way you said,
But I grow old and I forget your name.
(I think I made you up inside my head.)

I should have loved a thunderbird instead;
At least when spring comes they roar back again.
I shut my eyes and all the world drops dead.
(I think I made you up inside my head.)


Moya

Robert Burton/ Melancholy

When I go musing all alone
Thinking of divers things fore-known.
When I build castles in the air,
Void of sorrow and void of fear,
Pleasing myself with phantasms sweet,
Methinks the time runs very fleet.


All my joys to this are folly,
Naught so sweet as melancholy.

When I lie waking all alone,
Recounting what I have ill done,
My thoughts on me then tyrannise,
Fear and sorrow me surprise,
Whether I tarry still or go,
Methinks the time moves very slow.


All my griefs to this are jolly,
Naught so mad as melancholy.

When to myself I act and smile,
With pleasing thoughts the time beguile,
By a brook side or wood so green,
Unheard, unsought for, or unseen,
A thousand pleasures do me bless,
And crown my soul with happiness.


All my joys besides are folly,
None so sweet as melancholy.

When I lie, sit, or walk alone,
I sigh, I grieve, making great moan,
In a dark grove, or irksome den,
With discontents and Furies then,
A thousand miseries at once
Mine heavy heart and soul ensconce,


All my griefs to this are jolly,
None so sour as melancholy.

Methinks I hear, methinks I see,
Sweet music, wondrous melody,
Towns, palaces, and cities fine;
Here now, then there; the world is mine,
Rare beauties, gallant ladies shine,
Whate'er is lovely or divine.


All other joys to this are folly,
None so sweet as melancholy.

Methinks I hear, methinks I see
Ghosts, goblins, fiends; my phantasy
Presents a thousand ugly shapes,
Headless bears, black men, and apes,
Doleful outcries, and fearful sights,
My sad and dismal soul affrights.


All my griefs to this are jolly,
None so damn'd as melancholy.

Methinks I court, methinks I kiss,
Methinks I now embrace my mistress.
O blessed days, O sweet content,
In Paradise my time is spent.
Such thoughts may still my fancy move,
So may I ever be in love.


All my joys to this are folly,
Naught so sweet as melancholy.

When I recount love's many frights,
My sighs and tears, my waking nights,
My jealous fits; O mine hard fate
I now repent, but 'tis too late.
No torment is so bad as love,
So bitter to my soul can prove.


All my griefs to this are jolly,
Naught so harsh as melancholy.

Friends and companions get you gone,
'Tis my desire to be alone;
Ne'er well but when my thoughts and I
Do domineer in privacy.
No Gem, no treasure like to this,
'Tis my delight, my crown, my bliss.


All my joys to this are folly,
Naught so sweet as melancholy.

'Tis my sole plague to be alone,
I am a beast, a monster grown,
I will no light nor company,
I find it now my misery.
The scene is turn'd, my joys are gone,
Fear, discontent, and sorrows come.


All my griefs to this are jolly,
Naught so fierce as melancholy.

I'll not change life with any king,
I ravisht am: can the world bring
More joy, than still to laugh and smile,
In pleasant toys time to beguile?
Do not, O do not trouble me,
So sweet content I feel and see.


All my joys to this are folly,
None so divine as melancholy.

I'll change my state with any wretch,
Thou canst from gaol or dunghill fetch;
My pain's past cure, another hell,
I may not in this torment dwell!
Now desperate I hate my life,
Lend me a halter or a knife;


All my griefs to this are jolly,
Naught so damn'd as melancholy.



Moya

Afar a bird/ Samuel Beckett

Ruinstrewn land, he has trodden it all
night long, I gave up, hugging the hedges,
between road and ditch, on the scant grass,
little slow steps, no sound, stopping ever and
again, every ten steps say, little wary steps, to
catch his breath, then listen, ruinstrewn land, I
gave up before birth, it is not possible other-
wise, but birth there had to be, it was he, I was
inside, now he stops again, for the hundredth
time that night say, that gives the distance
one, it's the last, hunched over his stick, I'm
inside, it was he who wailed, he who saw the
light, I didn't wail, I didn't see the light, one on
top of the other the hands weigh on the stick,
the head weighs on the hands, he has caught
his breath, he can listen now, the trunk
horizontal, the legs asprawl, sagging at the
knees, same old coat, the stiffened tails stick
up behind, day dawns, he has only to raise his
eyes, open his eyes, raise his eyes, he merges
in the hedge, afar a bird, a moment past he
grasps and is fled, it was he had a life, I didn't
have a life, a life not worth having, because of
me, it's impossible I should have a mind and I
have one, someone divines me, divines us,
that's what he's come to, come to in the end, I
see him in my mind, there divining us, hands
and head a little heap, the hours pass, he is
still, he seeks a voice for me, it's impossible I
should have a voice and I have none, he'll find
one for me, ill beseeming me, it will meet the
need, his need, but no more of him, that
image, the little heap of hands and head, the
trunk horizontal, the jutting elbows, the eyes
closed and the face rigid listening, the eyes
hidden and the whole face hidden, that image
and no more, never changing, ruinstrewn land,
night recedes, he is fled, I'm inside, he'll do
himself to death, because of me, I'll live it with
him, I'll live his death, the end of his life and
then his death, step by step, in the present,
how he'll go about it, it's impossible I should
know, I'll know, step by step, it's he will die, I
won't die, there will be nothing of him left but
bones, I'll be inside, nothing but a little grit, I'll
be inside, it is not possible otherwise,
ruinstrewn land, he is fled through the hedge,
no more stopping now, he will never say I,
because of me, he won't speak to anyone, no
one will speak to him, he won't speak to
himself, there is nothing left in his head, I'll
feed it all it needs, all it needs to end, to say I
no more, to open its mouth no more, confu-
sion of memory and lament, of loved ones and
impossible youth, clutching the stick in the
middle he stumbles bowed over the fields, a
life of my own I tried, in vain, never any but
his, worth nothing, because of me, he said it
wasn't one, it was, still is, the same, I'm still
inside, the same, I'll put faces in his head,
names, places, churn them all up together, all
he needs to end, phantoms to flee, last phan-
toms to flee and to pursue, he'll confuse his
mother with whores, his father with a road-
man named Balfe, I'll feed him an old curdog,
a mangy old curdog, that he may love again, lose again,
ruinstrewn land, little panic steps

I gave up before birth, it is not possible
otherwise, but birth there had to be, it was he,
I was inside, that's how I see it, it was he who
wailed, he who saw the light, I didn't wail, I
didn't see the light, it's impossible I should
have a voice, impossible I should have
thoughts, and I speak and think, I do the
impossible, it is not possible otherwise, it was
he who had a life, I didn't have a life, a life not
worth having, because of me, he'll do himself
to death, because of me, I'll tell the tale, the
tale of his death, the end of his life and his
death, his death alone would not be enough,
not enough for me, if he rattles it's he who will
rattle, I won't rattle, he who will die, perhaps
they will bury him, if they find him, I'll be
inside, he'll rot, I won't rot, there will be
nothing of him left but bones, I'll be inside,
nothing left but dust, I'll be inside, it is not
possible otherwise, that's how I see it, the end
of his life and his death, how he will go about
it, go about coming to an end, it's impossible I
should know, I'll know, step by step, impossi-
ble I should tell, I'll tell, in the present, there
will be no more talk of me, only of him, of the
end of his life and his death, of his burial if
they find him, that will be the end, I won't go
on about worms, about bones and dust, no one
cares about them, unless I'm bored in his dust,
that would surprise me, as stiff as I was in his
flesh, here long silence, perhaps he'll drown,
he always wanted to drown, he didn't want
them to find him, he can't want now any more,
but he used to want to drown, he usen't to
want them to find him, deep water and a
millstone, urge spent like all the others, but
why one day to the left, to the left and not
elsewhither, here long silence, there will be no
more L he'll never say I any more, he'll never
say anything any more, he won't talk to
anyone, no one will talk to him, he won't talk
to himself, he won't think any more, he'll go
on, I'll be inside, he'll come to a place and
drop, why there and not elsewhere, drop and
sleep, badly because of me, he'll get up and go
on, badly because of me, he can't stay still any
more, because of me, he can't go on any more,
because of me, there's nothing left in his head,
I'll feed it all it needs.


Moya

29 Eylül 2009 Salı

En iyisi

Benimle bu kadar uğraşma! Benimle bu kadar yorulma! Beni bu kadar kafana takma!
Beni bu kadar düşünme! Beni bu kadar dikkate alma! Beni bu kadar önemseme!
Beni alma sen, bırak ben gideyim...
Ne dedin?

Moya

Film by Alan Schneider, written by Samuel Beckett 1965



Lula

Anemic Cinema,1926 /// Marcel Duchamp




Lula

Gothic Surrealism




Lula

28 Eylül 2009 Pazartesi

L'Etoile de mer // Man Ray





Lula

ofis

içimdeki taş taşlanmış taşlar kumsal gibi ama olması gerekenden daha siyah. nefessiz siyahlar. paylaşımdan uzağım bir o kadar da içindeyim biri beni çıkarsın. biri gelsin gelince bana haber versin aklımın karışan kıvrımlarını çözsün gelsin alsın beni düğümleri. kıvrımlarımdan ev yapıp ikinci katı çıktığım bu evrede yalnız kalsam bir odada içimdeki taş çıkmıyor belirsizlik diyorum parola bu değil miydi? yoo geçmişte kaldın sen her şey değişti. sen her şey değilsin demek ki hala içimdesin çık içimden biri bana yardım etsin. biri gelsin ama yalnız bıraksın beni sonra. oksijen maskesi olsun yeni parola parolaları sen belirlemiyorsun artık devlet el attı bu işe devlet mi o zaman yeni kelimemiz altı harfli otorite simgesi otorite değil benimkisi kaosu altı harfli kıl bana!

Moya

21 Temmuz 2009 Salı

kayıtdışı günün hatırası satırarası

Oldum olası olumsuz olasılıklarda oldum ben olamadığım tek şey olasılık hesapları merkezi oldu. Olduramadığım her şey çemberin çevresine eşitlendi. Odaklandım olmadı olmak için oldurmayı canım istemedi. Herkes olur dedi ben de olsun bana ne dedim. Olmadı olmayacağını bir tek ben gördüm. Karanlıkta ben görebilirken onlar neden anlamadı. Merdivenden inen mum tutar dediler mum yanmıyorsa onu kimin tuttuğu fark eder mi dedim. Hadi oradan olumsuz dediler. Ben ateş yakalım demek istemiştim odunları oldurmamı beklediler. Ben olumsuz ateşleri yakarken kim geldi de devirdi masadakileri? Kim gelip toplayacak geçmiş zaman bu kadar kesinken geleceği kim kesecek? Sorularımın ardı arkası kesilecek olmama olasılığı olumsuz ortamlar yaratacak. Kocaman bir “O” yuvarlanacak devrilen masadan ben yoruldum. Sıfır değil o beni dinleyen yok mu? mumu yaksaydınız olmazdı bunlar ben söndürmedim. Herkes söndürülmesi lazım dedi. İçindeki ateşi göremeyenlerde suç hep oradaydı ben söyledim ama kimse göremedi. Ateşi ben söndürmedim küçük bir mum ucu. İki nefes arası kibrit parlaması ve yine karanlık bu gruptan çıkan. Sevişmek mi isteğin al bedenimi geç yan odaya ben sizi burada beklerim çok ses çıkarmamanız şartıyla. Mumu yakmayın içerisi insan doluyor kav suratlı mumdan bacaklı çocukluk şarkıları tekerlemeleri tekerlekli araçlar bisikletler geçidi düzenliyor bırakın sessizlikte oturayım karanlık değil zira ben görüyorum ateşi. Daraldın mı? Daralma riskinden de ben daraldım alıp bedenimi geç içeri ben de ruhumu dinlendireyim. İçerisi karanlık mı daraldın mı daraldın mı daraldın mı karanlıkta bence iyi olmuş senin için benim için olmayanı olduran insanlar dolu içerisi söyle birine ışık olsun bedenimi rahat bırak ama.daralmış diyorlar içeride bir toplantı sıkılan ruhları genleştirip asıyorlar havaya havada havasız kalan ruhlarla hava atan toplantı insanları. Notları almak lazım notaları almak lazım bu alışverişin karlı olması için olmayanı olduran oldum olası olasılıklarda yaşayan toplanana toplantı yapan o adamları karanlıkta yanımızda taşımak lazım. Ben demiştim ateş yanıyor diye sönecek demem olasılık değerlendirmesi. Mumu yakma yine de senin görememen senin eksikliğin ben hep aynıydım bedenim değiştiyse sorumluluğum yok ben hep yan odadaydım.

Moya

16 Temmuz 2009 Perşembe

krizler içinde krizler bizi teğet geçseler

yıllar boyu tek nazarı kendi kendime dokundurmuşum. bak ne kadar mutlu, ne kadar huzurluyduk..
şimdi ise gidişini seyrediyorum sanki, elimi uzatıyorum ama yok.. hızla uzaklaşıyor gibi..
çok seviyorum.. ve hep seveceğim.. nasıl bu hale geldik anlamıyorum..

Lula

15 Temmuz 2009 Çarşamba

Karınca duası

yağmur yağsın o zaman en başından topraktan. gecelikli gece-ilikli böcekler seninle bana anlatsın ihanetin inceliklerini detaylarda boğulalım. uzağında değiliz bir cep kadar yakınız lisede bayrak töreninde bir kol mesafesindeyiz ayaklar hizada insanlar ölmüş üzerine maç yapmışlar ruhları kimin olsun diye düdüğü g ile başlayıp c olarak okunanlar çalmış bitiş çizgisinde. sahada olmazmış böyle şeyler saha yokmuş ama dert eden olmamış. siyah toprak kokusuydu istediğim killi toprak ile şekiller kaldı ikimize gıgımı bile çıkarmadım. toprağa erkek çizdin ben göğüs ekledim erkek çizdin ben bir bardak su getirdim kalbi yumuşasın diye. yoruldun mu L? nefeslenmen için açayım mı göğüs kafesini? ince dikiş izleriyle kapatırsam eğer kimse fark etmez mavi nefeslerini ve beni. gereksiz sohbetler içerisinde kaybetmiştim seni aldım kitaparası yaptım artık bir sonraki kitaba kadar kesin yanımdasın yan tarafımdasın yandan bakılınca arabadasın ama bence gitmiyorsun yerinde daireler çizmek senin yaptığın. göğüs kafesi açık deliler gibi kaçışın. sanma ki benden uzaktasın. bir kol mesafesi kadar hala aramız.
aklımın ucunda bir fikir ellerimden kayacak ama ellerimde bile değil başlangıç olarak başlamak ister misin küfür etmeye zira ben evden getirdim annemin benim için pişirdiklerini, boyacı çocuk ayakkabı boyarken dalıyor ve boyuyor arkasındaki o koca duvarı daldığı nokta derin beni çıkarmak için bir kaşık gerekecek. kaşığın sevgilisi içine cin kaçan bir hayvan yavrular için dehşetle beklemekteyim yorgun musun L? yatıp uyumak mı isteğin yoksa bu ilaç artık işlemiyor mu ciğerlerine yaktığım sigara dumanında küle benziyorsun küller tüfler pileli etekler gibi yüzün imla hatalarımın rahatsızlığı iki noktanın imkansızlığı olacaksa bari tek olması gerekliliği tek sayıların uğursuzluğu ama kuralcılığı. varolma çabamı nereye koydun L?
siyah topraktı tüm isteğim nereden çıktı bunca kil? sabrımı zorlayanlar var L durmamı bekleme gidip kazacağım tavanı sallanıp oralardan sana mektuplar yollayacağım, on lira eksiğini kapatınca içinin rahatlaması gibi bir çay içimi kolaylığında her şey aklının karışacağına inanmıyorum çünkü bugün sana oldu her şey bilincinin zirvesindesin bayrak dikmek isteyen o diğer dağcıyla kavga halindesin bırak hepsi geride kalsın on lira eksik çıkarmak görevimiz artık kırmızı yollarında...

Moya